Giacomo Casanova
Casanova- Sahtekârlığın Ve Şehvetin Korkunç Bileşimi
Aşçılarına özenle hazırlattığı afrodizyak yemeklerle süslü aşk sofralarında, sevgilileriyle dil üstünden istiridye yeme oyunu oynadığını öğrendiğimde aklımı meşgul etmeye başladı bu adam. Onun pahalı dantellerle süslü kadife takımları, işlemeli yakalıkları, elmas manşetleri, ipek çorapları, değerli taşlarla süslü enfiye kutuları ile hiç ilgilenmedim doğrusu. Oyuncu bir anne babanın oğlu ve ünlü savaş ressamı Francesca'nın ağabeyi olması, yani sanat solumuş bir aileden gelmesi de etkilemedi beni. Cazibesini artırmadı gözümde, soyluların verdiği davetlerin baş konukları arasında bulunması. Bir kumarbaz, bir serseri ve bir casus olmasını da önemsemedim açıkçası.
Günah sofralarında oynadığı oyunlara takılmıştım. Ben, erkeklerin karanlık yanlarına meraklı bir kadındım ve sevgililerinin diline yerleştirdiği istiridyeleri nasıl yediğini anlatan bir erkeğin, başka neler yapabileceğini merak ediyordum. Casanova'nı ... Tamamını göster
Aşçılarına özenle hazırlattığı afrodizyak yemeklerle süslü aşk sofralarında, sevgilileriyle dil üstünden istiridye yeme oyunu oynadığını öğrendiğimde aklımı meşgul etmeye başladı bu adam. Onun pahalı dantellerle süslü kadife takımları, işlemeli yakalıkları, elmas manşetleri, ipek çorapları, değerli taşlarla süslü enfiye kutuları ile hiç ilgilenmedim doğrusu. Oyuncu bir anne babanın oğlu ve ünlü savaş ressamı Francesca'nın ağabeyi olması, yani sanat solumuş bir aileden gelmesi de etkilemedi beni. Cazibesini artırmadı gözümde, soyluların verdiği davetlerin baş konukları arasında bulunması. Bir kumarbaz, bir serseri ve bir casus olmasını da önemsemedim açıkçası.
Günah sofralarında oynadığı oyunlara takılmıştım. Ben, erkeklerin karanlık yanlarına meraklı bir kadındım ve sevgililerinin diline yerleştirdiği istiridyeleri nasıl yediğini anlatan bir erkeğin, başka neler yapabileceğini merak ediyordum. Casanova'nı ... Tamamını göster
Casanova- Sahtekârlığın Ve Şehvetin Korkunç Bileşimi
Aşçılarına özenle hazırlattığı afrodizyak yemeklerle süslü aşk sofralarında, sevgilileriyle dil üstünden istiridye yeme oyunu oynadığını öğrendiğimde aklımı meşgul etmeye başladı bu adam. Onun pahalı dantellerle süslü kadife takımları, işlemeli yakalıkları, elmas manşetleri, ipek çorapları, değerli taşlarla süslü enfiye kutuları ile hiç ilgilenmedim doğrusu. Oyuncu bir anne babanın oğlu ve ünlü savaş ressamı Francesca'nın ağabeyi olması, yani sanat solumuş bir aileden gelmesi de etkilemedi beni. Cazibesini artırmadı gözümde, soyluların verdiği davetlerin baş konukları arasında bulunması. Bir kumarbaz, bir serseri ve bir casus olmasını da önemsemedim açıkçası.
Günah sofralarında oynadığı oyunlara takılmıştım. Ben, erkeklerin karanlık yanlarına meraklı bir kadındım ve sevgililerinin diline yerleştirdiği istiridyeleri nasıl yediğini anlatan bir erkeğin, başka neler yapabileceğini merak ediyordum. Casanova'nın anılarını okumaya böylece koyuldum. Uzun boyu, geniş omuzları, kestane rengi dalgalı saçları, dolgun ve kırmızı dudakları ile bir erkek iki yüz elli yıl sonra bile bir kadını heyecanlandırabilir miydi? Heyecanlandırıyordu işte... Benden fazla şey bilen erkekleri seviyordum ve karşımda Latince, Fransızca, Yunanca, İbranice, İspanyolca ve İngilizce konuşan bir adam duruyordu. Bu kadarla da bitmiyordu. Tıp, tarih, kimya, felsefe, astroloji ve simya konularında bilgi sahibiydi. Yetmiyordu. Eskrim, binicilik, dans ve elbette kağıt oyunlarında da çok yetenekliydi. Üstelik bir dönem yakın dostu olan Voltaire ile de sık sık felsefi ve edebi sohbetlere dalıyordu. İstiridyelerin ötesini arıyordum Casanova'nın anılarında, ama bir yandan da kafamı bir şeyler kurcalıyordu. Soylu hanımlar, onların oda hizmetçileri, artistler, fahişeler... Hepsi onun sevgilileriydi ve onu kıskanmıyor, aksine birbirlerine tavsiye ediyorlardı. Belki de şaşıracak bir şey yoktu. Bugün olduğu gibi iki buçuk asır önce de kadınlar beyefendilerle evleniyor, ama serserilerle sevişiyordu. Belki de kadınlar gerçekten Casanova gibi kocalarına, sevgililerine, nişanlılarına benzemeyen erkeklerle kaçamak yapmayı seviyordu. Kendilerine zarif iltifatlarla yaklaşan, değerli armağanlar sunan, şiirler yazan bu erkek onları gerçekleştiremeyecekleri sözlerle kandırmıyor, kıskançlıklarıyla bunaltmıyor, yaralamıyor, incitmiyordu. Kadınlar galiba şehvetini son damlasına kadar sunmaktan başka bir şey vadetmeyen ve kendilerinden de bedenlerinden başka bir şey istemeyen erkekleri, sanılanın aksine seviyordu.
O benim kızımdı
Casanova, kadınlarını ayarttığı, kumar masalarında dolandırdığı erkeklere karşı değil ama kadınlara karşı hep dürüsttü. Onlardan dişiliklerinden başka bir şey istemiyordu. Mesleği belirsiz ve pek de iyi bir şöhrete sahip olmayan Casanova'yı kadınların reddetmemesinin nedeni bu olmalıydı. Venedik, Roma, Madrid, Amsterdam, Petersburg, Paris, Napoli, İstanbul, Berlin, Londra, Varşova, Barselona ve Paris arasında dolanıp duruyordu. Fransız diplomat De Bernis'in metresi, Katalanya Amirali'nin dansöz sevgilisi, misafir olduğu evlerde gecelerce aynı yatakta yattığı kız kardeşler, Petersburg'da babasından yüz ruble karşılığı satın aldığı on üç yaşındaki köylü kızı, zengin bir avukatın karısı olan Donna Lucrezia hayatına ve yatağına giren kadınlardan sadece birkaçıydı. Lucrezia'dan olan öz kızı Leonilda ile olan ilişkisinin hep bir muamma olarak kalmasına neden olansa onun şu sözleriydi: "O benim kızımdı. Ama doğa, içimdeki âşığın duygularını bastıramamıştı." Nitekim Leonilda, babası yanından ayrıldıktan dokuz ay sonra bir erkek bebek dünyaya getirmişti.
Belki bütün erkekler kızlarına âşık olmuyordu ama bana göre Casanova'nın diğer erkeklerden pek bir farkı da yoktu. O da diğerleri gibi birlikte olduğu kadınların hesabını tutuyordu. Yetmiş üç yıllık hayatına sığdırdığı dört bin sekiz yüz kadınla övünüyordu. Çok mu kötüyüm bilmiyorum ama anıları arasında en eğlenceli bulduğum bölümlerin, kadınlar tarafından oyuna getirildiği bölümler olduğunu itiraf etmeliyim. Birlikte olabilmek için neredeyse bir servet harcadığı genç Marianne'ın haftalarca oyaladıktan sonra onunla sevişmeden ortadan kaybolmasını ya da başka bir sefer bütün parasını alan genç fahişeyi anlatırken kederleniyordu Casanova. Ama kendi açısından en yüz kızartıcı deneyimi herhalde İstanbul'da yaşamıştı. Müslüman olduktan sonra Karamanlı Ahmet Paşa ismini alan Kont Bonneval'in misafiriydi. Tanıştığı İsmail isimli Türk'ün akşam yemeği davetini kabul etmesinin tek nedeni, ev sahibinin Venedikli kölesiydi. Ancak ilgisi hemcinslerine yönelik olan ve Casanova'dan çok hoşlandığını belli eden İsmail ona başka bir sürpriz hazırlamıştı. Sözde kendilerini görmeyen ve Casanova'ya ay ışığı altında periler kadar güzel görünen üç genç kız, bir girip bir çıktıkları havuzda çırılçıplak yüzmekteydi. Perilere ulaşamayacağını bilen Casanova, o gece tek tek onların yerine geçmek isteyen İsmail'e hayır diyememişti. İstanbul'dan ayrılana kadar bir daha İsmail'in yanına gitmemiş, olanlardan da kimseye bahsetmemişti.
İstiridyeli aşk oyunlarını merak ederek perdesini araladığım hayat, bana daha fazlasını sunmuştu. Casanova bu kadar hızlı bir hayat içinde defalarca başta frengi olmak üzere türlü cinsel hastalıklara yakalanmış, zehirlenme tehlikeleri atlatmış, defalarca kılıç yarası almıştı. Ama bu tehlikeler, yaklaşan felaketin yanında son derece önemsizdi.
Yaşlılık Kaygısı
Casanova artık kırk yaşındaydı ve tehlike sinyalleri çalmaya başlamıştı. Zaman adeta ondan intikam alıyordu. Bir zamanlar dayanılmaz cazibesine yenik düşen kadınlar, yüzüne yerleşen kırışıklıklarla ve aldığı kilolarla alay etmeye başlamıştı. Artık daha az beğeniliyor, saraylardaki ve şatolardaki davetlerde daha az kabul görüyordu. Ödenmeyen senetler, rehine bırakılmış mücevherler artarken, ismi sahte para olaylarına daha fazla karışmaya başlamıştı. Bedeni eski gücünü kaybetse de keskin zekâsı işliyordu Casanova'nın. Kendini güvende hissetmeye ihtiyacı vardı. Bir af mektubu yazdı Venedik hükümetine. Kendisinin de bir dönem acı çektiği engizisyon zindanlarının bir 'insanlık cenneti' olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmekten çekinmedi bu mektupta. Engizisyon, Casanova hakkında 1755 yılında hazırladığı gizli raporda kendisinden "kafası hile ve entrikaya çalışan, soylu beylerden ve kadınlardan yasa dışı çıkarlar sağlayan bir kişi" olarak bahsediyordu. Mahkeme notlarına ayrıca "onda inançsızlığın, sahtekârlığın, ahlaksızlığın ve şehvetin insanı korkutacak şekilde bir araya geldiği" notu düşülmüştü. Ama o günler geride kalmıştı. Casanova, meyhanelerde Venediklilerin gizlice neler konuştuğunu dinleyip Angelo Pratolini takma adıyla engizisyona uzun raporlar hazırlayan bir casustu artık.
Genç, küstah, kibirli ve bencil bir erkeğin kadınlarla olan maceraları, yerini yaşlanmaya başlayan bir erkeğin telaşına, kaygısına ve içine düştüğü derin umutsuzluğa bırakmıştı.
En çok günah işlediği yerde, yatakta cezalandırılıyordu. Yaşlılığın ilk izlerini anılarında şöyle anlatıyordu: "Bana en çok sıkıntı veren şey, yavaş yavaş yaklaşmakta olan yaşlılığın getirdiği bir yorgunluğun başladığını kabul etmek zorunda kalışımdı. Artık genç ve güçlü olduğum konusundaki o rahat güvenimi kaybetmiştim." Bunlar dinlemeye, okumaya pek alışık olduğum şeyler değildi. Çünkü erkekler yatakta elde ettikleri zaferleri anlatmaktan büyük keyif alırken, aynı yerde aldıkları cezalardan bahsetmekten hoşlanmıyordu. Ama Rönesans çağından kopup gelen bir adam bütün bunlardan bahsediyordu. Yazdığı romanların, komedilerin, şiirlerin hatta bugün yeni baskıları yapılan anılarının bile bir edebî değeri yok aslında Giacomo Casanova'nın. Ama iki yüz yıldır konuşuluyor, tartışılıyor, hayatı filmlere konu oluyor. Edebiyat dünyasında bile bir klasik haline gelmesine neden olan, belki de Stefan Zweig'ın dediği gibi utanma duygusundan yoksun bu adamın, okunmayacağından emin olduğu anılarında bütün hayatını ortaya koyarken, bir erkeğin cinsel portresini de bütün çıplaklığı ile çizmiş olması. Erkeklerin özellikle gençliklerinde kadınlarla aşk oyunları oynayarak zaman kaybetmekten çok hoşlanmadıklarını biliyorum. Ve ben en çok onların yaşlılıkla ilgili korkularını merak ediyorum. En çok neden korkuyorlar acaba? Kırışıklarıyla alay edilmesinden mi, kadınların onları artık sevgili adayı olarak görmeme ihtimalinden mi, bir fahişe tarafından bütün paraları alındıktan sonra terk edilmekten mi? İşsiz güçsüz, beş kuruşsuz kalmaktan mı? Şişmanlayıp çirkinleşmekten mi? Yoksa Casanova gibi, eteklerinin altına ellerini sokmaya çalıştıkları genç hizmetçileri tarafından bile aşağılanmaktan mı?
Casanova ömrünün son üç yılını, eski dostu Waldstein Dükü'nün şatosunun kütüphanesinde anılarını yazarak geçirdi. "Eğer akıllanırsam ölmeden önce hepsini yakacağım" dediği anılarını yok etme gücünü ise hiçbir zaman bulamadı kendinde. 4 Haziran 1798 günü son nefesini verdiğinde o kadar önemsiz biriydi ki, ismi Çek-Alman sınırındaki Dux Köyü yakınlarında bulunan St. Barbara Kilisesi'nin defterine yanlış yazılmıştı: "Casaneus, bir Venedikli." O kimsenin ilgilenmediği mezarında uyurken, mektup ve anıları oradan oraya sürüklenip durdu.
Yazdıklarını kadınlar kadar erkekler de okudular.
K Dergisi Sayı: 1, 6 Ekim 2006 ... Daha az göster
Aşçılarına özenle hazırlattığı afrodizyak yemeklerle süslü aşk sofralarında, sevgilileriyle dil üstünden istiridye yeme oyunu oynadığını öğrendiğimde aklımı meşgul etmeye başladı bu adam. Onun pahalı dantellerle süslü kadife takımları, işlemeli yakalıkları, elmas manşetleri, ipek çorapları, değerli taşlarla süslü enfiye kutuları ile hiç ilgilenmedim doğrusu. Oyuncu bir anne babanın oğlu ve ünlü savaş ressamı Francesca'nın ağabeyi olması, yani sanat solumuş bir aileden gelmesi de etkilemedi beni. Cazibesini artırmadı gözümde, soyluların verdiği davetlerin baş konukları arasında bulunması. Bir kumarbaz, bir serseri ve bir casus olmasını da önemsemedim açıkçası.
Günah sofralarında oynadığı oyunlara takılmıştım. Ben, erkeklerin karanlık yanlarına meraklı bir kadındım ve sevgililerinin diline yerleştirdiği istiridyeleri nasıl yediğini anlatan bir erkeğin, başka neler yapabileceğini merak ediyordum. Casanova'nın anılarını okumaya böylece koyuldum. Uzun boyu, geniş omuzları, kestane rengi dalgalı saçları, dolgun ve kırmızı dudakları ile bir erkek iki yüz elli yıl sonra bile bir kadını heyecanlandırabilir miydi? Heyecanlandırıyordu işte... Benden fazla şey bilen erkekleri seviyordum ve karşımda Latince, Fransızca, Yunanca, İbranice, İspanyolca ve İngilizce konuşan bir adam duruyordu. Bu kadarla da bitmiyordu. Tıp, tarih, kimya, felsefe, astroloji ve simya konularında bilgi sahibiydi. Yetmiyordu. Eskrim, binicilik, dans ve elbette kağıt oyunlarında da çok yetenekliydi. Üstelik bir dönem yakın dostu olan Voltaire ile de sık sık felsefi ve edebi sohbetlere dalıyordu. İstiridyelerin ötesini arıyordum Casanova'nın anılarında, ama bir yandan da kafamı bir şeyler kurcalıyordu. Soylu hanımlar, onların oda hizmetçileri, artistler, fahişeler... Hepsi onun sevgilileriydi ve onu kıskanmıyor, aksine birbirlerine tavsiye ediyorlardı. Belki de şaşıracak bir şey yoktu. Bugün olduğu gibi iki buçuk asır önce de kadınlar beyefendilerle evleniyor, ama serserilerle sevişiyordu. Belki de kadınlar gerçekten Casanova gibi kocalarına, sevgililerine, nişanlılarına benzemeyen erkeklerle kaçamak yapmayı seviyordu. Kendilerine zarif iltifatlarla yaklaşan, değerli armağanlar sunan, şiirler yazan bu erkek onları gerçekleştiremeyecekleri sözlerle kandırmıyor, kıskançlıklarıyla bunaltmıyor, yaralamıyor, incitmiyordu. Kadınlar galiba şehvetini son damlasına kadar sunmaktan başka bir şey vadetmeyen ve kendilerinden de bedenlerinden başka bir şey istemeyen erkekleri, sanılanın aksine seviyordu.
O benim kızımdı
Casanova, kadınlarını ayarttığı, kumar masalarında dolandırdığı erkeklere karşı değil ama kadınlara karşı hep dürüsttü. Onlardan dişiliklerinden başka bir şey istemiyordu. Mesleği belirsiz ve pek de iyi bir şöhrete sahip olmayan Casanova'yı kadınların reddetmemesinin nedeni bu olmalıydı. Venedik, Roma, Madrid, Amsterdam, Petersburg, Paris, Napoli, İstanbul, Berlin, Londra, Varşova, Barselona ve Paris arasında dolanıp duruyordu. Fransız diplomat De Bernis'in metresi, Katalanya Amirali'nin dansöz sevgilisi, misafir olduğu evlerde gecelerce aynı yatakta yattığı kız kardeşler, Petersburg'da babasından yüz ruble karşılığı satın aldığı on üç yaşındaki köylü kızı, zengin bir avukatın karısı olan Donna Lucrezia hayatına ve yatağına giren kadınlardan sadece birkaçıydı. Lucrezia'dan olan öz kızı Leonilda ile olan ilişkisinin hep bir muamma olarak kalmasına neden olansa onun şu sözleriydi: "O benim kızımdı. Ama doğa, içimdeki âşığın duygularını bastıramamıştı." Nitekim Leonilda, babası yanından ayrıldıktan dokuz ay sonra bir erkek bebek dünyaya getirmişti.
Belki bütün erkekler kızlarına âşık olmuyordu ama bana göre Casanova'nın diğer erkeklerden pek bir farkı da yoktu. O da diğerleri gibi birlikte olduğu kadınların hesabını tutuyordu. Yetmiş üç yıllık hayatına sığdırdığı dört bin sekiz yüz kadınla övünüyordu. Çok mu kötüyüm bilmiyorum ama anıları arasında en eğlenceli bulduğum bölümlerin, kadınlar tarafından oyuna getirildiği bölümler olduğunu itiraf etmeliyim. Birlikte olabilmek için neredeyse bir servet harcadığı genç Marianne'ın haftalarca oyaladıktan sonra onunla sevişmeden ortadan kaybolmasını ya da başka bir sefer bütün parasını alan genç fahişeyi anlatırken kederleniyordu Casanova. Ama kendi açısından en yüz kızartıcı deneyimi herhalde İstanbul'da yaşamıştı. Müslüman olduktan sonra Karamanlı Ahmet Paşa ismini alan Kont Bonneval'in misafiriydi. Tanıştığı İsmail isimli Türk'ün akşam yemeği davetini kabul etmesinin tek nedeni, ev sahibinin Venedikli kölesiydi. Ancak ilgisi hemcinslerine yönelik olan ve Casanova'dan çok hoşlandığını belli eden İsmail ona başka bir sürpriz hazırlamıştı. Sözde kendilerini görmeyen ve Casanova'ya ay ışığı altında periler kadar güzel görünen üç genç kız, bir girip bir çıktıkları havuzda çırılçıplak yüzmekteydi. Perilere ulaşamayacağını bilen Casanova, o gece tek tek onların yerine geçmek isteyen İsmail'e hayır diyememişti. İstanbul'dan ayrılana kadar bir daha İsmail'in yanına gitmemiş, olanlardan da kimseye bahsetmemişti.
İstiridyeli aşk oyunlarını merak ederek perdesini araladığım hayat, bana daha fazlasını sunmuştu. Casanova bu kadar hızlı bir hayat içinde defalarca başta frengi olmak üzere türlü cinsel hastalıklara yakalanmış, zehirlenme tehlikeleri atlatmış, defalarca kılıç yarası almıştı. Ama bu tehlikeler, yaklaşan felaketin yanında son derece önemsizdi.
Yaşlılık Kaygısı
Casanova artık kırk yaşındaydı ve tehlike sinyalleri çalmaya başlamıştı. Zaman adeta ondan intikam alıyordu. Bir zamanlar dayanılmaz cazibesine yenik düşen kadınlar, yüzüne yerleşen kırışıklıklarla ve aldığı kilolarla alay etmeye başlamıştı. Artık daha az beğeniliyor, saraylardaki ve şatolardaki davetlerde daha az kabul görüyordu. Ödenmeyen senetler, rehine bırakılmış mücevherler artarken, ismi sahte para olaylarına daha fazla karışmaya başlamıştı. Bedeni eski gücünü kaybetse de keskin zekâsı işliyordu Casanova'nın. Kendini güvende hissetmeye ihtiyacı vardı. Bir af mektubu yazdı Venedik hükümetine. Kendisinin de bir dönem acı çektiği engizisyon zindanlarının bir 'insanlık cenneti' olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmekten çekinmedi bu mektupta. Engizisyon, Casanova hakkında 1755 yılında hazırladığı gizli raporda kendisinden "kafası hile ve entrikaya çalışan, soylu beylerden ve kadınlardan yasa dışı çıkarlar sağlayan bir kişi" olarak bahsediyordu. Mahkeme notlarına ayrıca "onda inançsızlığın, sahtekârlığın, ahlaksızlığın ve şehvetin insanı korkutacak şekilde bir araya geldiği" notu düşülmüştü. Ama o günler geride kalmıştı. Casanova, meyhanelerde Venediklilerin gizlice neler konuştuğunu dinleyip Angelo Pratolini takma adıyla engizisyona uzun raporlar hazırlayan bir casustu artık.
Genç, küstah, kibirli ve bencil bir erkeğin kadınlarla olan maceraları, yerini yaşlanmaya başlayan bir erkeğin telaşına, kaygısına ve içine düştüğü derin umutsuzluğa bırakmıştı.
En çok günah işlediği yerde, yatakta cezalandırılıyordu. Yaşlılığın ilk izlerini anılarında şöyle anlatıyordu: "Bana en çok sıkıntı veren şey, yavaş yavaş yaklaşmakta olan yaşlılığın getirdiği bir yorgunluğun başladığını kabul etmek zorunda kalışımdı. Artık genç ve güçlü olduğum konusundaki o rahat güvenimi kaybetmiştim." Bunlar dinlemeye, okumaya pek alışık olduğum şeyler değildi. Çünkü erkekler yatakta elde ettikleri zaferleri anlatmaktan büyük keyif alırken, aynı yerde aldıkları cezalardan bahsetmekten hoşlanmıyordu. Ama Rönesans çağından kopup gelen bir adam bütün bunlardan bahsediyordu. Yazdığı romanların, komedilerin, şiirlerin hatta bugün yeni baskıları yapılan anılarının bile bir edebî değeri yok aslında Giacomo Casanova'nın. Ama iki yüz yıldır konuşuluyor, tartışılıyor, hayatı filmlere konu oluyor. Edebiyat dünyasında bile bir klasik haline gelmesine neden olan, belki de Stefan Zweig'ın dediği gibi utanma duygusundan yoksun bu adamın, okunmayacağından emin olduğu anılarında bütün hayatını ortaya koyarken, bir erkeğin cinsel portresini de bütün çıplaklığı ile çizmiş olması. Erkeklerin özellikle gençliklerinde kadınlarla aşk oyunları oynayarak zaman kaybetmekten çok hoşlanmadıklarını biliyorum. Ve ben en çok onların yaşlılıkla ilgili korkularını merak ediyorum. En çok neden korkuyorlar acaba? Kırışıklarıyla alay edilmesinden mi, kadınların onları artık sevgili adayı olarak görmeme ihtimalinden mi, bir fahişe tarafından bütün paraları alındıktan sonra terk edilmekten mi? İşsiz güçsüz, beş kuruşsuz kalmaktan mı? Şişmanlayıp çirkinleşmekten mi? Yoksa Casanova gibi, eteklerinin altına ellerini sokmaya çalıştıkları genç hizmetçileri tarafından bile aşağılanmaktan mı?
Casanova ömrünün son üç yılını, eski dostu Waldstein Dükü'nün şatosunun kütüphanesinde anılarını yazarak geçirdi. "Eğer akıllanırsam ölmeden önce hepsini yakacağım" dediği anılarını yok etme gücünü ise hiçbir zaman bulamadı kendinde. 4 Haziran 1798 günü son nefesini verdiğinde o kadar önemsiz biriydi ki, ismi Çek-Alman sınırındaki Dux Köyü yakınlarında bulunan St. Barbara Kilisesi'nin defterine yanlış yazılmıştı: "Casaneus, bir Venedikli." O kimsenin ilgilenmediği mezarında uyurken, mektup ve anıları oradan oraya sürüklenip durdu.
Yazdıklarını kadınlar kadar erkekler de okudular.
K Dergisi Sayı: 1, 6 Ekim 2006 ... Daha az göster
Filtreler