(1928- 1975) Bahara yakın bazı güzel günler vardır. Tadına doyamazsınız. Ne var ki gün kısadır. Yine akşam olur. Yazdan kalma bir gün dedirtir insanlara; doyamaz fakat unutamazsınız da. İşte edebiyat dünyamızdan Bahaeddin Özkişi de öyle geldi geçti.
1928 Haziranında İstanbul, Fatihte dünyaya geldi. Ailenin iki kız evlattan sonra ilk oğluydu.
Babası Fatih dersiâmlarından Ömer Lütfi efendi, dedesi Manisa, Demirci ilçesinin büyük nakşi şeyhlerinden Hacı Halit efendi ve onun babası Ömer efendi. Ömer Efendi Bağdattan büyük mutasarrıf Mevlâna Halidden vazife alarak manevi bir işaretle Demirciye yerleşmiş. Pederinin vefatı ile onaltı yaşında Bursa medresesine kaydolan Ömer Lütfi efendi sonra İstanbul’da okumuş. Balkan ve Cihan harpleri dolayısıyla ve dört ayrı bölüm okuması sebebiyle tahsil hayatı uzun sürmüş. Müftülük ve din ilmine hizmetler etti. Ve ilmihal yazdı. Ancak kırk yaşlarında evlenebildi.
Hak aşıklarının toplanma yeri olan evleri Bahaeddin için okuldan önce okuldu. Tas
... Tamamını göster
(1928- 1975) Bahara yakın bazı güzel günler vardır. Tadına doyamazsınız. Ne var ki gün kısadır. Yine akşam olur. Yazdan kalma bir gün dedirtir insanlara; doyamaz fakat unutamazsınız da. İşte edebiyat dünyamızdan Bahaeddin Özkişi de öyle geldi geçti.
1928 Haziranında İstanbul, Fatihte dünyaya geldi. Ailenin iki kız evlattan sonra ilk oğluydu.
Babası Fatih dersiâmlarından Ömer Lütfi efendi, dedesi Manisa, Demirci ilçesinin büyük nakşi şeyhlerinden Hacı Halit efendi ve onun babası Ömer efendi. Ömer Efendi Bağdattan büyük mutasarrıf Mevlâna Halidden vazife alarak manevi bir işaretle Demirciye yerleşmiş. Pederinin vefatı ile onaltı yaşında Bursa medresesine kaydolan Ömer Lütfi efendi sonra İstanbul’da okumuş. Balkan ve Cihan harpleri dolayısıyla ve dört ayrı bölüm okuması sebebiyle tahsil hayatı uzun sürmüş. Müftülük ve din ilmine hizmetler etti. Ve ilmihal yazdı. Ancak kırk yaşlarında evlenebildi.
Hak aşıklarının toplanma yeri olan evleri Bahaeddin için okuldan önce okuldu. Tasavvuf terbiyesiyle her vak’anın derinindeki hikmetleri kavrıyabilmeyi öğrendi. Bu ortam onu örnek bir evlad yaptı. Eski, mutlu İstanbulun mütevazi, bilgili, seçkin insanları onun çocuk dünyasının yeşil ışıklarıydı. Varlıklı değillerdi. Fakat kanaat hissi hazineleriydi. Karagümrük orta okulunu, Sultanahmet sanat enstitüsünü okudu. Sanatkâr ruhu orada kendini gösterdi. Okul atölyesinde bir patlama neticesi ölen ve yaralananlar onu bir roman denemesine sevketti. Artık küçük hikâyeler yazıyor. Beğenmiyor. Bir kenara bırakıyor. Okuyor, okuyor yine okuyordu.
Mezun olunca haliç tersanesinde ustabaşı oldu. Oradaki değişik tipler, olaylar, gemi sintinelerindeki zehirli havada ekmek parası kazanan küçük çıraklar, mahallesi sakinlerinin ahlâkları, sergüzeştleri ve kişilikleri onda derin tesirler bıraktı.
Askerlik görevini 1947 de Erzurumda yaptı. Yeşilköy hava alanında çalıştı. Bu arada tanıştığı edebiyat ustaları kendisiyle ilgilendiler. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın evindeki bir sohbette yazdıklarını dinleyen Tanpınar \"devam et evladım. Sen on tane Sait Faik edersin\" der. O da hikâye yazmaya devam etti.
Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi kaynak atölye şefi oldu. İki yıl Almanya’da kaldı. Kaynak öğretmen okulunu bitirdi. Ve incelemelerde bulundu. Oradan manevi kökleri derinleşmiş olarak döndü. Batı dünyasının dışı içine benzemeyen maddeciliği rotasını çizmeğe yardım etti.
Bir yandan yazdı. Süheyl Ünver’den tezhip dersleri aldı. Cam üzerine tezhip çalıştı. Yağlı boya ile de ilgilendi. Tablo çalıştı. Bir yandan da eski İstanbul evlerinin maketlerini üç boyutlu ve dört cebheli olarak yaptı. Aksesuarlarına en ince teferruatına kadar dikkat etti. Bu maketlerde yıkılan evlerin ahşap malzemelerini kullandı. Evleri kendi tesbit ettiği zamandaki görüntüleri ile yansıttı.
Bizim olan herşey onun için manalıydı. İncelik, ahlâki temzlik onda doğuştandı. Psikoloji, sosyoloji, tarih, edebiyat kitapları tasavvufî eserlerin yanında sıralanırdı. Onlar sermayesiydi. Gençliği boyunca yazı yazmış; ama beğenmemiş; kısa, uzun hikâyeler, bitmemiş roman denemeleriyle vakit geçirmişti.
1959’da hikâyelerini Bir Çınar Vardı adlı kitapçıkta topladı. Yirmi dokuz kısa hikâye ve bir ithaf hikâyesiyle otuz hikâyecikten meydana gelen bir kitapçık. 1960-1969 arası hikâye yazmaya devam etmiş ama kitap halinde bastıramamıştı. 1969’da evlendikten sonra eşinin teşvikiyle yazdı. O söyledi, eşi el yazısıyla yazdı; cesaret verdi; dikkatli bir okuyucu olarak yapıcı tenkidlerle yardımcı olmaya çalıştı. Bu müşterek çalışma vefatından iki gece öncesine kadar devam etti. Bundan dolayı 1970-1975 arası Köse Kadı - Uçdaki Adam - Sokakta olmak üzere üç roman ve ilk hikâye kitabının haricindeki hikâyelerini yeniden elden geçirip ilâvelerle Göç Zamanı adıyla basılması mümkün olmuştur. Aynı zamanda Anadoluda ahilik teşkilatı, sünni, şii çatışmalarını içeren bir roman yazmaya başlamıştı. Fakat ömrü yetmedi.
Köse Kadı’nın ilk baskısı 1974 de, bunun ikinci cildi (devamı olan) Uçdaki Adam 1975 de basıldı. 1975 Peyami Safa roman yarışmasına katılan yazar Sokakta adlı romanıyla başarı ödülü almıştı. Arkadan da Göç Zamanı basıldı. Vefat ettiği gün satışa arzedilen bu kitap Türkiye Milli Kültür Vakfının başarı ödülüne lâyık görülmüştür. Ve bu ödül eşine tevdi edilmiştir.
Köse Kadı’ın üçüncü baskısı sırasında Ötüken yayınevine Köse Kadı ve Uçtaki Adam birleştirilmiş adı Köse Kadı olmak üzere tek kitap olarak basılmıştır.
Köse Kadı adlı roman çeşitli film şirketleri tarafından senaryo için istendi. Fakat eşi ve kızı Zeynep bu filmin kuruluş filmi ayarında ve sekiz-on bölümlük bir dizi film olmasında ısrarlılar. Romandaki olay bolluğu belki böyle bir filme fazla bile gelir.
Bahaeddin Özkişi temiz bir insandı. İçi nasıl ise dışı da öyle. Her kitabı için nefsini muhasebeye çeker, büyük hesap gününde suçlu düşmeyeyim derdi.
En verimli çağında iken beyni yüklendiği mana yüküne takat getiremedi. Bu terazi bu kadar sikleti çekmez diyen yazar beş günlük bir mücadeleye yenik düştü. 10 Kasım 1975 de hakkın rahmetine kavuştu. Yazmaya başladığı Ahi teşkilatını konu alan eser onun için gerçek bir aşama olacaktı. Ne yazık ki ebed aleminden gel dediler.
... Daha az göster