Bazı aşklar ölümsüzdür. Âşıklar bu dünyadan göçüp gider, yıllar geçer, zaman değişir ama o aşkın kahramanları bir efsane olarak kalplerde ve hafızalarda yaşamayı sürdürür. Kimileri için “Keşke ben de böyle bir şey yaşasam” dedirten bu aşklar; kimileri için de aşkın tanımına dönüşür, zihinlere kazınır. Böylesi güçlü bir duygunun en sık karşımıza çıktığı, kâğıtlara dökülüp zamanının ötesine geçtiği yer olan âşıkları anlatan kitaplar belki de bu yüzden etkisini hiçbir zaman yitirmiyor. Sevgililer Günü yaklaşırken edebiyat tarihine kazınmış bu unutulmaz âşıkları hatırlayalım istedik.
Size Maria Puder ve Raif Efendi desek ya da Füsun ve Kemal veya Nuran ve Mümtaz… Türk edebiyatı bu ve bunlar gibi pek çok büyük aşk kahramanı ile dolu. Her biri anlattıkları unutulmaz aşk hikâyeleri ile ayrı yerlere sahip. İlk akla gelenlerden birisi elbette Sabahattin Ali’nin klasikleşmiş eseri Kürk Mantolu Madonna. Dışarıdan bakıldığında asla fark edilmeyen, içine kapanık, sessiz ve hep başkalarının isteğine göre yaşayan Raif Efendi’nin 20’li yaşlarında Berlin’deyken yaşadığı etkileyici aşk hikâyesini anlatan kitabı hakkında Ali “Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir! Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahlûku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?” demiştir.
Türkiye’nin Nobel ödüllü yazarı Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi yaklaşık 10 yıllık bir emeğin ürünü. 1975’li yılların İstanbul’unda geçen kitapta Kemal’in Füsun’a delicesine duyduğu aşk anlatılıyor. Duygularına karşılık bulamasa da onun eşyalarını toplayarak bu aşkı kendi içinde yaşatan Kemal’in esas kahramanı olduğu kitabın aynı ismi taşıyan bir müzesi bulunuyor. Cumhuriyet sonrası Türkiyesi’ni arka plana alan Huzur romanı hem o dönemin insanın içine düştüğü açmazları resmederken hem de Nuran ve Mümtaz’ın vuslata ermeyen trajik hikayesini anlatıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın en önemli eserlerinden birisi olan kitap, var olmaya çabalayan ama sonunda kaybeden bireylerin huzursuzluğu üzerine bir başyapıt. Aynı zamanda Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı olan Eylül, kişisel duyguları ile insanlık düşünceleri arasında çırpınan ve bunun savaşını veren Suat ve Süreyya’nın dramını dile getiriyor. Mehmet Rauf’un güçlü karakter tasvirleri ile ön plana çıkan kitap, yüz yıl öncesinin aşklarını paylaşarak okuru geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarıyor.
Türk edebiyatında sadece aşk romanları değil aşk şiirleri ve aşk mektupları da bir o kadar önemli yer tutuyor. Sevdiğine “Aşktın sen, kokundan bildim seni” diye seslenen Cemal Süreya’nın Sevda Sözleri kitabı, Ayrılık Sevdaya Dahil diyen Attila İlhan, “Ben senin krallığın ülkene yetiştim, kaldım gölge tanımayan güzelliğinle” diye aşkını satırlara döken İlhan Berk’in Toplu Şiirleri ve daha niceleri aşkı öyle içten öyle duygu dolu anlatır ki okurun adeta kalbine kazınır.
Türk edebiyatının bıçkın delikanlısı Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e duyduğu büyük aşkı ise yine kendisinin kaleminden, Erbil’e yazdığı mektupların derlemesi olan Leylim Leylim kitabından öğreniriz. Yıllar sonra kitaplaştırılan bu mektupların bir yerinde Arif şöyle seslenir: “Nemsin be? Sevgili, dost, yâr, arkadaş... hepsi. En çok da en ilk de Leylâsın bana. Bir umudum, dünya gözüm, dikili ağacımsın. Uçan kuşum, akan suyumsun.”
Aşkın bin bir türlü hali var. Bunlardan birisi de platonik aşk. Şarkı her ne kadar “seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli” dese de kitaplarda pek de öyle olmuyor. Hüsranla sonuçlanan hazin platonik aşk hikâyeleri dendiğinde akla ilk gelen yazarlardan biri de Stefan Zweig oluyor. Yazarın karşılıksız aşkın ne kadar yıkıcı olabileceğini anlattığı Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu kitabı ise bunun en iyi örneklerinden biri. Işıltılı hayatının ardında yalnız ve hayal kırıklığına uğramış bir adam olan Jay Gatsby’nin büyük aşkı Daisy’ye kavuşma arzusunu anlatan F. Scott Fitzgerald imzalı Muhteşem Gatsby platonik aşk dendiğinde akla gelen bir diğer eser.
Bir de yasak aşklar var elbette. Lev Tolstoy’un 19. yüzyıl Rus aristokrasisinde yaşanan bir yasak aşkı konu edinen ve başkahramanının adını taşıyan Anna Karenina bugün çağdaş dünya edebiyatının en önemli romanlarından biri kabul ediliyor. Honore de Balzac’ın en bilinen romanlarından olan Vadideki Zambak ise kocasıyla mutlu olmayan Henriette’le kendisinden çok daha genç olan Felix’in imkânsız aşkını anlatmakla kalmayıp dönemin Fransa’sındaki toplumsal hayat hakkında da ipuçları içeriyor.
Hem dünya hem de Türk edebiyatındaki aşklar saymakla bitmez; siz de 14 Şubat tarihinde sevgilinize aşkınızı böylesi güçlü aşk hikâyeleri anlatan pek çok kitaptan birini armağan ederek onu ne kadar sevdiğinizi ifade edebilirsiniz.