Askerler ve yazarlar, Tanrı'nın, diğerlerine oranla biraz daha 'ayrıcalıklı' olarak yarattığı ve ruhları itibariyle, bu ayrıcalığın bedelini öder gibi, biraz daha hasta, biraz daha kırılgan, hassas ya da belki bunun tam aksine duyarlılığını kaybetmiş kullarıdır bence...
Yazar, kitabının yaprakları arasında olan biten her şeyin tartışılmaz ilahıdır; hiçbir şey onun olmasını istediğinden başka şekilde gelişemez; kağıt üzerindeki o hayatların bir anında, bir kelebek bile kanat çırpsa, bu yazarın sayesindedir, onun izni dahilindedir...
Bu iki grubun tanrılığı sorgulanır kimi zaman; cezalandırılırlar şiddetli kelimeleri ya da renkleri giderek kararan kan gölcükleri yüzünden; düşünce ya da savaş suçlusu ilan edilir, yargılanır, belki hayatlarını, birbirine çok yakın duran dört duvar arasında geçirmeye mahkûm edilirler ama o anlarda sahip oldukları tanrısallığı onlardan geri almak hiçbir zaman mümkün olmaz... Tüm bir yaşam düşünüldüğünde az yer kaplayan anlardır bunlar genel
... Tamamını göster
Askerler ve yazarlar, Tanrı'nın, diğerlerine oranla biraz daha 'ayrıcalıklı' olarak yarattığı ve ruhları itibariyle, bu ayrıcalığın bedelini öder gibi, biraz daha hasta, biraz daha kırılgan, hassas ya da belki bunun tam aksine duyarlılığını kaybetmiş kullarıdır bence...
Yazar, kitabının yaprakları arasında olan biten her şeyin tartışılmaz ilahıdır; hiçbir şey onun olmasını istediğinden başka şekilde gelişemez; kağıt üzerindeki o hayatların bir anında, bir kelebek bile kanat çırpsa, bu yazarın sayesindedir, onun izni dahilindedir...
Bu iki grubun tanrılığı sorgulanır kimi zaman; cezalandırılırlar şiddetli kelimeleri ya da renkleri giderek kararan kan gölcükleri yüzünden; düşünce ya da savaş suçlusu ilan edilir, yargılanır, belki hayatlarını, birbirine çok yakın duran dört duvar arasında geçirmeye mahkûm edilirler ama o anlarda sahip oldukları tanrısallığı onlardan geri almak hiçbir zaman mümkün olmaz... Tüm bir yaşam düşünüldüğünde az yer kaplayan anlardır bunlar genellikle...
Ama ya bir asker olarak bağlı bulunduğunuz otorite tarafından onaylanmış bir silahınız varsa ve bir elinizde de kalem kıpırdıyorsa heyecanla, askerî rütbeniz devamlı olarak artırılıyorken coşkuyla kabul görüyorsanız üstelik ve takdir ediliyorsanız yazdıklarınızla, o zaman tanrısallığınızın hayatınızda kapladığı yer giderek artmaz mı? Pierre Choderlos de Laclos gibi yeryüzünde bir küçük tanrı kılığında dolaşırsınız kuvvetli ihtimalle...
Laclos, 1741'in Fransa'sında soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve yirmi iki yaşında La Fere Topçu Okulu'ndan asteğmen olarak mezun olmuştu.
Askerlik hayatını sürdürdüğü Fransa ordusunda pek çok kademede görev yapmıştı. Fransız devrimi sırasında hizmetine girdiği Orleans Dükü'nün politikalarını desteklemiş ve Jakobenlerin yanında yer almış, Jakobenler Kulübü'nde faal olarak görev yaparken iki defa tutuklanmıştı. Ancak bu tutuklanmalar, askerlik görevinin sona ermesine neden olmamış, aksine zamanla tuğgeneralliğe kadar yükselmişti.
Başkalarına o donuk, hüzünlü, emredici bakışlarıyla bakarken, yalnız kaldığında uzun dakikalar boyunca ellerini seyrediyor ve o ellerdeki yaşatma ve öldürme gücüne hayran kalıyordu belki...
Üstelik yalnızca elleri de değildi bu güce hizmet eden; Laclos, patlama gücü o dönem için oldukça yüksek olan 'içi boş gülle'nin de mucidiydi çünkü...
Kendisindeki edebiyat yeteneğini, kışladaki boş zamanlarında şiirler yazarak tatmin etmeye çalıştı önceleri.
1773'te askerlik yaşantısından tamamen farklı bir alanda da faaliyet göstermeye başladı; Almanac des Muses'de şiirleri yayımlanıyordu çünkü.
Bir başkası için büyük bir yol ayrımının başlangıç noktası olabilecek bu zamanı kısa bir sarsıntıyla atlattı Laclos... Askerlikten de yazarlıktan da vazgeçmeyecekti. Hatta bu yazarlık yolunun sonunda, insanların yüzyıllar sonra bile konuşacakları, üzerinde tartışacakları bir kitap yazacak ve 'unutulmayanlar' dan olacaktı...
Belki de biliyordu unutulmamanın yollarını arayan Laclos, öldürenler arasında hatırlananlar, yalnızca büyük kıyımların kararını verenler olurdu ve emir alması dolayısıyla kendisi, bunlardan biri değildi.
Askerliğin ağır sorumluluklarla yüklü, disiplinli dünyasından kopmadan, yazdıklarıyla ölümsüz olabileceği bir başka dünyaya küçük hamleler yaptı bundan sonra... Şiir yazmaya devam etti ve büyük eserini beklemeye elbette...
Biraz aklı karışık bir tanrı olmalıydı o...
Değişen iktidarları askerî açıdan gözlemleyen, dış ülkelerde olup bitenleri takip eden, insanoğlunun tarihi boyunca, kesik yol çizgilerini andırır biçimde kısa aralıklarla çıkan (ve bu yüzden hiç bitmediği sanrısına kapılmamıza neden olan) savaşlarda, sonunda mutlaka insanların ölümlerini hedef alan stratejiler belirleyen bir komutan iken; bir yandan da mevsimlerin değiştiğini, salonlarda tutkulu aşklar yaşandığını, insanlar arasındaki çarpık ilişkileri, insana ve doğaya dair pek çok şeyi bir yazarın bakışlarındaki korkunç berraklıkla görüyordu...
La Rochelle'de görevli olduğu sırada, onu ölümsüz kılacak eseri olan Tehlikeli İlişkiler'i yazdığında yalnızca kırk bir yaşındaydı.
Mektuplardan oluşan bu romanda, seçkin kesimin ahlaki yoksunluklarını hiçbir kısıtlama olmaksızın ortaya sererken, bir yandan da anlattığı insanları ve o yaşantıyı açıkça eleştirmiş, kullarının daha iyi bir ahlaka sahip olması için onlara öğütler veren bir tanrı gibi davranmıştı.
Bu romanın XVIII. yüzyıl Fransız edebiyatının başyapıtlarından biri olarak kabul görmesinin nedeni, o zamana kadar değişik örgüler ve kompozisyonlarla anlatılan klasik 'tutkulu ve ölümsüz' aşkın yerine bambaşka bir kavramı yerleştirmesiydi. Romanın kahramanları, aralarındaki iktidar mücadelesini çarpık bir oyuna dönüştürürken masum insanları da bu oyuna dahil ederek harcamaktan çekinmeyen iki aristokrattı. Müthiş bir kibirle ve şeytani riyakârlıklarla çıldırtıcı bir savaş gibi yaşanan oyunun zamanla kimlik değiştirerek gerçek bir aşka dönüşmesi, ancak bu defa da karşılaşılan zorluklarla pek çok ikircikli duruma zemin hazırlaması anlatılıyordu. Diğer yazarların alışılmış romanlarının çok dışında bir kurguyla saplantılı bir aşk, sarsıcı bir biçimde zihinlere sunuluyordu.
Eserinin, dönemin Fransa'sında büyük bir skandala yol açtığı ve günümüzde bile devam eden bir tartışmaya neden olduğu düşünülürse, Laclos'un amacına ulaşmış olduğu anlaşılır.
Yaşamıyla yarı tanrı mitoloji kahramanlarını andıran bu iki ruhlu adam, 1803 yılında Ren ordusuyla birlikte İtalya-Taranto savunmasında görevliyken savaş sırasında bir 'general' olarak öldüyse de hayatının son anlarında, unutulmayacağını bilmenin verdiği huzurla bir 'yazar' olarak gülümsediğini düşünüyorum.
Biraz küstahça, biraz alaycı ve biraz da Tanrı'ya has...
K Dergisi Sayı: 1, 6 Ekim 2006
... Daha az göster